18 Mayıs 2010 Salı

Osmanlı Türkçesi

Osmanlı Türkçesi

Türklerin Anadolu’ya 11. yüzyıldan itibaren yerleşmesinden sonra 13. yüzyılda Türkçe Anadolu’da bir yazı dili olarak gelişmeye başladı. Selçuklu Devletinde yerleşmiş gelenekler, yani Arapça ve Farsçanın devletin resmî dilleri kabul edilmesi geleneği bu devletle birlikte sarsılıp yıkılınca, Türkçe bilim, edebiyat ve devlet dili olarak önem kazandı. Osmanlı Devleti dönemi ise Türk dilinin gerçek bir zirvesidir. Bu dönemde, devletin siyasî gücüne denk olarak Türkçe üç kıtada yaygın olarak kullanılan bir dil oldu. 1641 yılında Roma’da yayımlanan İtalyanca-Türkçe sözlüğünün ön sözünde Giovanni Molino, Osmanlı devletinin sınırları dahilindeki 55 krallık ve beylikte 33 millet ve dil olduğunu, bunların hepsinde güncel olarak Türkçenin konuşulduğunu söyler. Günümüz yazarlarından Geoffrey Lewis ise “Osmanlıca”nın, kelime zenginliği bakımından, İngilizce’ye yaklaşmış tek dil olduğu kanaatindedir. Bu dil, Türkçenin yaklaşık altı yüz yıllık bir döneminden başka bir şey değildir.

Genel hatlarıyla ifade edersek Türkiye Türkçesini şu dönemlere ayırabiliriz:

I. Tarihî Türkiye Türkçesi (Osmanlı Türkçesi)
a) Eski Osmanlı Türkçesi (Eski Türkiye Türkçesi): 13. yüzyıldan 15. yüzyılın ortalarına kadar.
b) Klasik Osmanlı Türkçesi: 15. yüzyılın ortalarından 19. yüzyıla kadar.
c) Yeni Osmanlı Türkçesi: Tanzimat döneminden 1908’e kadar.

II. Yeni Türkiye Türkçesi (Bugünkü dilimiz): 1908’den günümüze kadar.

Bu tasnif, daha çok dilin söz varlığının niteliğine ve söz dizimindeki değişmelere göre yapılmıştır.
Bu uzun dönem içerisinde Türkçe, imlâdan söz varlığına, söz diziminden anlam bilgisine kadar bütün dilbilimsel alanlarda pek çok değişiklikler geçirmiş; çok değişik alanlarda, kimi zaman aynı dönemler içinde birbirinden söz varlığı ve söz dizimi açısından çok farklı metinler kaleme alınmıştır. Bütün bu dönemler içinde, bilhassa Arapça ve Farsçadan alınan unsurlar, bu unsurların kullanılış biçimleri, metinlerin niteliğini bir hayli etkilemiştir. Her yüzyılda bu¬gün bile kolayca anlaşılabilecek şekilde yabancı kelime oranı az, Türkçe kelime oranı yüksek metinler ortaya konurken, yine aynı dönemlerde Arapça ve Farsça unsurlarla dolu, çoğu zaman amacı bilgi ak¬tarmak değil söz hüneri göstermek olan çetrefil metinler de yazılmıştır. Yine genel bir değerlendirme olmak üzere bilhassa mensur metinleri tasnif etmek için ileri sürülmüş bulunan sade - orta – süslü nesir sınıflamasının dilin bütünü için bir geçerlik payı vardır. Zihinsel bir ürün ortaya koyanlar, mensup oldukları zümrelere, eğitimlerine, okuyucu kitlelerine bağlı olarak bu üç sınıftan birine dâhil edilebilecek metinler yazılmıştır. Süslü metin kategorisine dâhil edilen metinleri kaleme alanlar, bilgi aktarımını değil hüner göstermeyi amaçladıkları için anlaşılırlık peşinde olmamışlar, Arapça ve Farsça sözlüklerden çıkarılmış az bilinen kelimeleri kullanmayı bir söz ustalığı gösterisine dönüştürmüşler; bundan dolayı kendi dönemlerinde bile tenkit edilmişlerdir.
Bunların dışında bir de resmî belge dili vardır. Yüzyıllar içinde gelişen, özel kalıplar, formüller oluşturan bu resmî dil, hem yazısı hem de vokabüleri ile diğer metinlerden farklılık gösterir.
Alıntı unsurların en yoğun olduğu, bugün için en anlaşılmaz metinlerde dahi temel yapının Türkçe olduğu, sözün, Türkçe söz dizimi çerçevesinde şekillendiği unutulmamalıdır.
Genelde Arapça ve Farsçadan birçok unsur ve kelime alınmış; alınanlar çoğu zaman yerelleştirilmiştir. Osmanlı entellektüelinin kendi malı saydığı Arapçanın ve Farsçanın söz varlığından alınıp sıkça kullanılan kelimeler yerelleşmekten kurtulamamış, Arapça ve Farsça olmaktan uzaklaşmıştır.
(Kaynak: Hayati Develi, Osmanlı Türkçesi Kılavuzu, c. I, Kesit Yay. İst. 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder